Bist 100
8.991,6 0%
DOLAR
31,96 -0,29%
EURO
34,49 -0,2%
ALTIN
2.322,44 -0,7%

Gezi Davası ve Rejimin Travması

Gezi Parkı davası sonucunda Osman Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet cezası verilmesi, rejimin travmasını ve yanlış tanımalarını gösteriyor. Rejim, toplumun çeşitli kimliklerini tanıyamamış ve bu durum rejim için bir travma yaratmıştır. Bu travmayı işlemek için rejim, Osman Kavala'yı 'günah keçisi' ve 'homo sacer' olarak seçmiştir. Ancak bu durum, rejimin meşruiyetini zedelemekte ve toplumu sürekli bir baskı ve şiddet ortamında tutmaktadır.

Yayın Tarihi: 02.10.2023 08:26
Güncelleme Tarihi: 27.04.2024 17:11

Gezi Davası ve Rejimin Travması

Gezi Parkı Davası ve Ağırlaştırılmış Müebbet Cezası

Gezi Parkı davası, Osman Kavala için ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay, Çiğdem Mater, Mine Özerden ve Tayfun Kahraman için 18’er yıl hapis cezasıyla “sonuçlandı”. Gerekçe, Türk, Kürt, dindar, ateist, Müslüman, gayri müslim, sağcı, solcu, liberal, genç, yaşlı, kadın, erkek gibi çok çeşitli kesimleri içeren bir topluluğu finanse ederek bir araya getirip rejimi yıkmaya kalkmak... Osman Kavala’yı Gezi davası “kurbanlarını” temsil eden bir simge olarak alırsak bir suçu, delilleri, delillerle sanıklar arasındaki neden sonuç ilişkisini tanımlayamayan, iddialarının hangi yasaya bağlandığı belirsiz bir yargılama sonucunda verilmiş bu müebbet hapis cezasının rejimin “hakikatini” sergilediğini söyleyebiliriz.

İki 'Yanlış-Tanıma'

Siyasal İslamın düşünürlerinin, realite ile realitenin anlıklarındaki resmini bağdaştırmakta büyük zorluk çektiğini geçmişte sık sık vurguladım. Bu “realite sorununun” bir sonucu olarak rejimin, “Gezi olayı”na, tepkisi iki “yanlış-tanıma” (misrecognition/ méconnaissance) üzerinden şekillenmişti. Birinci “yanlış-tanıma”, rejimin aklındaki ideal-mükemmel- kimliğinin imajına ilişkindi. Kendisi mükemmeldi. Çünkü Tanrı’nın arzusunu temsil ediyordu. Milli iradeyi, mükemmel biçimde temsil ediyordu. Çünkü, “milletin yüzde 99 Müslümandı”. İkinci yanlış-tanıma topluma ilişkindi: Siyasal İslamın anlığındaki resimdeki toplum homojen ve kendisinden yanaydı. Ancak Gezi olayı, “aniden”, toplumda, rejim karşıtı siyasi, hatta ahlaki değerleri savunan çeşitli kimliklerin olduğunu bunların hep birlikte, aynı yerde güçlü biçimde kendilerini gösterebileceğini ve bu olayın ülkenin geri kalanında da yankılanabileceğini kanıtladı. Bu iki yanlış-tanım arasındaki, “rejim” yaşanan olayın, anlamlandıramadığı gerçekliği içinde kendine bir yer bulamadı, çaresiz ve edilgen bir konuma düştü, “sonsuza kadar var olma” inancı sarsıldı. Diğer bir değişle “Gezi olayı” rejim açısından tam anlamıyla, bir travma oldu.

Travma, 'Günah Keçisi' ve 'Homo Sacer'

Rejim için bu travmayı işleyerek “travma sonrası stres bozukluğu” (TSSB) içinde patolojik sonuçlar üretmesini önlemeye çalışmak da bir seçenekti: “Yanlış-tanımalar” düzeltilir, rejimin kimliği buna göre yeniden şekillenebilirse, toplumsal gerginlikler azalmaya “süreç olarak faşizm” yavaşlamaya başlayabilirdi. Bu “doğru” tedavi yolu, muhalefetin iktidarsızlığının (belki de aynı “yanlış-tanımaları” benimsemiş olmasının da katkısıyla) gerçekleşmedi. Aksine, rejim o iki “yanlış-tanımaya” sadık kaldı. Öyle olunca da o günden bu yana biteviye tekrarlanan bir (TSSB) içinde iki pratiğe dayanarak yaşamaya çalışıyor. Birincisi, rejim, toplumdan rıza alma kapasitesini kaybettiğini yadsıyor, artık giderek daha çok baskıya, şiddete dayanmak, toplumu sürekli bir “yasaları askıya” alınmış, olağanüstü rejim (süreç olarak faşizm) içinde tutmak zorunda kalacağını, bir daha hile hurda olmadan seçim kazanamayacağını kabulleniyor. İkincisi, bu iki “yanlış-tanımaya” sadakatini sürdürebilmek için toplumun, “Müslüman bir rejime” karşı çıkmış olmasının tüm “günahlarını” (Gezi olayı) üzerine yansıtacağı bir “günah keçisi” bulmalıydı. Sonra da bu “günah keçisini”, kendi “ebedi” varlığını tehlikeye atmış birine uygun biçimde, yasalarla sınırlanmak zorunda kalmadan “müebbet” bir süre için cezalandırmalıydı. Rejime yalnızca bir “günah keçisi” değil bir de “homo sacer” (normal yasal prosedürlerden dışlanmış, biyolojik varlığına indirgenmiş, her türlü cezalandırılmaya açık bir insan) gerekiyordu. Rejim Osman Kavala’yı işte bu yere koydu. Böylece hem kutsamış (‘“günah keçisi” ve “homo sacer” kutsaldır) hem de kendisinden bile gizlediği “gerçeğinin” simgesi konumuna yükseltmiş oldu.

Rejimin Travması ve Tehlikeleri

Kavala ve diğer “Geziciler”, “günah keçisi” ve “homo sacer” olarak kaldıkça rejimi, sonu gelmez bir TSSB içinde, “Sen, baskı ve şiddet olmadan yaşayamazsın, rıza alamadığın için meşruiyetini asla restore edemeyeceksin!” diyen kendi “gerçeği” ile her gün yeniden yüzleşecek. Karşımızda, imkânsız arzuları adına toplumu yıkmaya hazır, hastalıklı ve son derecede tehlikeli bir rejim var!